Biraz gecikmiş bir yazı.
Aslında 24 Kasım Öğretmenler Gününde yayında olması gereken bir yazıydı. Fakat yazılmayan yazılamayan her görüş taze ve yeni olmasından dolayı 3 günlük rötarlı olmasına rağmen bu ulvi ve kutsal mesleği eda edenleri tekrar canı gönülden kutluyorum.
Hani o alışılmış bildik sözlere gerek yok. ‘Öğretmenim canım benim. Canım benim. Bilsen seni ne çok severim’ demelerine veya ‘Kardeşim bu ülkede öğretmen çok zorluk çekiyor. Parası yetmediğinden dolayı sokakta limon satıyor’ türü yoksulluk edebiyatına da hiç girmeyeceğim.
Özünde öğretmen iliğine kadar bu olumsuz sonuçları ve sevinçleri kendi benliğinde kendi dünyasında yaşıyor ve yaşamaya devam edecek.
Burada mevcut iktidarın öğretmenlere ve eğitime bakışını paylaşmak isterim.
Bu toplumun her bireyinde öğretmenlerin izi yok mu?
CUMHURİYETİN DEĞERLERİNE HAKARET FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ MÜ?
İşte o birey,
Gezi Parkı eylemlerinde yeşil bir ülke isteyenlerin, demokrasi talep edenlerin, ücretsiz eğitim hakkını savunanların, sadece yazdıklarından dolayı tutuklananların üzerinden silindir gibi geçilmesine sessiz kaladursun,
Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye, Cumhuriyet’e ve laikliğe küfredenler ile tek bayrağa ve mevcut sınırlara sövenleri ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmekte hiç bir sıkıntı görmedi.
Hadi, Gezi Parkı’nda dayak yiyen gençler ile “Ücretsiz eğitim” diye bağıran öğrencileri tutukladınız. Hadi, PKK bas bas bir örgüt olduğunu ilan ederken siz demokrasi talep edenleri örgüt üyesi ilan ettiniz. Hapishaneleri tutuklu gazetecilerle doldurdunuz. Abanın altından değil sopayı aracısız gösterdiniz.
O birey yine suskundu.
Peki, öğretmenlerden ne istediniz?
SESSİZ VE UYSAL BİREYLERİ ÖĞRETMENLER YETİŞTİRMEDİ Mİ?
İfade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, grev, boykot, muhalefet hangisinden değerlendirirseniz değerlendirin;
24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, Ankara’da toplanan özlük haklarına, dershanelere, geleceklerine sahip çıkmak isteyen, kamu görevi yapan bin 894 lira maaşlı öğretmenlerin eylemlerini, yine kamu görevi yapan 2 bin 386 lira maaşlı polisin copuyla, tazyikli suyuyla, biber gazıyla kırmak ifade özgürlüğü müydü?
Bakın böylesi sessiz ve uysal bireylerin yetişmesinde öğretmenlerimizin sorumluluğu yok mu?
CEMAATLER SİSTEMİN BİR ÜRÜNÜDÜR
Şimdi oturmuş Başbakan ile Cemaat arasındaki salvoları izliyoruz.
Neyin adına…
Eğitim adına.
Bu bireyler ve cemaatler sistemin bir ürünüdür.
Siz insanları iyi eğitip, çağdaş bilgiler ile donatırsanız. O insan cemaatin kapısında kul olmaz.
Siz eğitimde fırsat eşitliği sağlarsanız her köşe başında mantar biter gibi cemaat ve cemaat liderleri olmaz.
Siz insanları umutsuz kılarsanız, o umutsuz insanlar başka umut kapısı arar.
Özünde Allah ile kul arasında kimse olmaz. Olamaz.
Fakat şimdi bir kayıkçı kavgasını izliyoruz.
Kayıkçı kavgasını anlatarak yazımıza noktayı koyalım.
KAYIKÇI KAVGASINDAN HALK ZARARLI ÇIKACAK
Eskiden İstanbul’da Eminönü-Karaköy arasında yolcu taşıyan kayıkçılar, müşteri beklerken kendi aralarında kavgaya tutuşurmuş. Durup dururken çıkan kavgada sesler yükselir, kürekler havaya kalkar, sağa sola savrulurmuş. Kavga çıkınca etraflarında toplanan halktan bazılarının kafasına kürekler iner, ama kürekler ne hikmet ise kavga eden kürekçilerin hiçbirinin başına değmezmiş. Bu düzmece kavga daha sonra denizden karaya taşınmış ve yankesiciler, yeni camii önünde kayıkçı kavgası benzeri düzmece kavgalar ile halkı çevrelerine toplayıp soymayı adet edinmiş.
Yani sonuçta bu kavgada olan halka ve eğitim sistemine olacağı aşikâr…
Mutlu ve aydınlık yarınlara…