1940’lı yıllarda Türkiye’de nüfusun dörtte üçü köylerde yaşamaktadır ve ülke genelinde okuma-yazma bilenlerin oranı oldukça düşüktür. 1935 nüfus sayımına göre Türkiye’de erkek nüfusun %76.7’si, kadın nüfusun ise %91.8’i okuma yazma bilmemektedir. […]
1940’lı yıllarda Türkiye’de nüfusun dörtte üçü köylerde yaşamaktadır ve ülke genelinde okuma-yazma bilenlerin oranı oldukça düşüktür.
1935 nüfus sayımına göre Türkiye’de erkek nüfusun %76.7’si, kadın nüfusun ise %91.8’i okuma yazma bilmemektedir.
Öte yandan aynı dönem, köy yatılı okullarına öğretmen bulunamadığı, köyde görev alan öğretmenlerin de köy şartlarına uyum sağlayamadıkları için kısa sürede kentlere göçtükleri bir dönemdir.
İşte bu koşullar altında komisyonlar kurularak incelemeler yapılmış, incelemeler değerlendirilerek ne yapılması gerektiği konusunda sonuçlar çıkarılmıştır.
Sürecin devamında 17 Nisan 1940’da Köy Enstitüleri’nin kurulmasına ilişkin yasa tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmuştur. Tasarının uzun bir gerekçesi vardır.
Bu gerekçede öne çıkan önemli noktalar şunlardır:
‘’İlköğrenim yapmak zorunda olan çocukların şehir ve kasabalarda %80’i, köylerde ise %20’si okutulabilmektedir köy okullarımızın çoğu üç yıllık ilkokullardı. Onun için bu okullara giden öğrenci de normal beş sınıflı ilkokulu bitiremiyordu. Bu durum, ilköğrenim görmek ya da bu öğrenimi tamamlamak zorunluluğunda olan çocukların büyük çoğunluğunun köylerde olduğunu ve ilköğrenimi yayma işine köylerimizin önemle konu olması gerektiğini gösterir…
O dönem 40 bin köyden 31 bin köyde ise okul yoktu.
Bu sorunları gidermek amacıyla 17 Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri kuruldu.
Eğitim tarihimizde Köy Enstitüleri aynen Kuvayı Milliye gibi bir halk hareketidir.
Enstitülerde kaygı, korku yoktu, dayak sözcüğü yoktur.
Sınıf ve dernek başkanlarını öğrenciler seçmişler, kızlar ve erkekler yatakhane ve tuvaletler dışında aynı ortamları paylaşmışlardır.
Her öğrenci bir müzik aletini çalmak ve yılda 25 klasik eser okumak zorundadır.
Dönemin en iyi müzik, resim, tiyatro, edebiyat ustaları tarafından eğitilmişlerdir ki bunlar arasında Vedat Günyol, Sabahattin Eyüboğlu ve çıkarılan özel bir yasayla Aşık Veysel de bulunmaktadır.
Türkiye’nin yalnızca 9 köyünde elektrik varken, enstitü olan köylerin tümü elektriğe kavuşturulmuştur.
Köylerinden alınıp enstitülere getirilen gençlere ulusal ve evrensel değerlerin dışında kooperatifçilik, arıcılık, balıkçılık, marangozluk, tuğlacılık, duvarcılık, dokumacılık, makine ve motor kullanma, dikiş ve el sanatları gibi dersler okutulmuştur.
Hayattan beslenen ve hayatı besleyen bu okullarda köylüye verilen önem, ders programlarının nicelik ve niteliğine de yansımıştır.
Derslerin yarısı kültür dersleri, dörtte biri tarımla ilgili dersler, dörtte biri de teknik derslerdir.
Ve 1940- 47 yılları arasında bu kuruluşlardan 5 bin 447 öğretmen, 8 bin 756 eğitmen, 541 sağlık memuru mezun olmuştur.
33 yaşındayken Atatürk’ün Maarif Vekili olan Hasan Ali Yücel, Kurtuluş Savaşı’nı yaşamış, Balkan göçlerini görmüş, imparatorluğun çöküşünü yaşamış bir eğitimcidir.
Milli Eğitim Bakanlığı koltuğunda 7 yıl, 7 ay, 7 gün kalan, oğlu şair Can Yücel’in deyimiyle “çağın en güzel gözlü maarif müfettişi” bakanken, 3 yıl olan eğitim süresini 5 yıla çıkarmıştır.
Hasan Ali Yücel’in kızı Canan Yücel Eronat, “Enstitüler neden kapatıldı?” sorusuna şu yanıtı vermiştir: “Neden açıldılarsa, ondan kapatıldılar”
Ülkemizdeki yaşananlara baktığımızda Köy Enstitülerinin kapatılmasının ne kadar yanlış olduğunu biraz daha hayıflanarak görüyoruz.
Enstitü yerine cemaat okulları ve yurtları bunun en açık göstergesi değil mi ?
Ne dersiniz???