passo
SEVGİLİ BABAM’A…

SEVGİLİ BABAM’A…

Seni kaybedeli yıllar değil asırlar oldu sanki baba. Ana hakkı ödenmez derler. Herhalde baba hakkı da ödenmesi zor borçlardan olsa gerekir. Arada bir, baba ocağını ziyaret edip duruyorum. Biliyor musun baba? Oradan köye doğru giderken gözüm hep dağ yamacındaki köy meralığına odaklanıyor. Sana uğramadan, seni ziyaret etmeden bize bıraktığın, önü avlulu, ellerinle diktiğin üzüm omçalı […]

Seni kaybedeli yıllar değil asırlar oldu sanki baba.

Ana hakkı ödenmez derler.

Herhalde baba hakkı da ödenmesi zor borçlardan olsa gerekir.

Arada bir, baba ocağını ziyaret edip duruyorum.

Biliyor musun baba? Oradan köye doğru giderken gözüm hep dağ yamacındaki köy meralığına odaklanıyor.

Sana uğramadan, seni ziyaret etmeden bize bıraktığın, önü avlulu, ellerinle diktiğin üzüm omçalı kerpiç eve gidemiyorum.

Dün yine sona uğradım.

Beni duydun mu bilmiyorum baba?

Ama ben, beni dinliyormuşsun gibi konuştum seninle.

Dertleştim. Gözümdeki iki damla yaşı gördün mü bilmiyorum.

Biliyor musun baba? Sağlığında, ilerlemiş yaşına rağmen, utancımdan sana, seni sevdiğimi hiç söyleyemedim.

Hala içimde yaradır baba.

Keşke, arada bir seni sevdiğimi söyleseydim.

Ben, sağlığında sana elimden geldiği kadar, evlatlık görevimi yapmaya çalıştım.

Seni hiç kırmadım, üzmedim zannediyorum.

Gücün ölçüsünde, o kıt imkânların içinde, hiçbir şeyin yokluğunu çektirmedin.

On beş gün seni görmeye gitmesem, anneme şikâyete başlarmışsın, ‘Ne zaman gelecek?’ diye.

Annem öyle derdi.

Bende seni özledim baba.

O yumuşacık ellerinden öptüğümde, bana sarılır, birde koklardın.

Seni hala o günkü gibi özlüyorum baba.

Biliyor musun, ölümünden üç-dört ay önce çektiğim fotoğraflarından birini büyütüp duvara astım.

Zaman zaman göz göze geldiğimde, sessizce seninle konuşuyorum.

Günümüzden, çocuklardan, torunlarından, torunlarının çocuklarından anlatıyorum.

Biliyor musun büyük torunun doktor olacak yakında.

Yaşayıpta görseydin ne kadar sevinir, mutlu olurdun.

Mezarındaki mermerlerin biri kırılmış, onu tekrar yaptıracağım. Üstündeki gül dalı, hayli büyümüş. Gidiş-geliş suluyorum.

Baba hakkı ödenmez demiştim.

Beni ortaokulu bitirmek için yatılı bir okula vermiştin. Bir tatil dönüşü, dört yol ağzından şehir merkezine kadar, yağmur altında, sırtında benim bavulumla yürüdüğümüzde, çektiğimiz ızdırabı hiç unutmadım baba.

Hakkını ödeyemem.

Hastalandın, kısa bir süre yattın.

Doktor, ilaç, yemek, neyse yapıldı.

Son günlerinde bir şey yemez olmuştun.

Namaz ve niyazlarını hiç bırakmadın.

Bizlere hep örnek oldun.

Ben, o son günlerinde bile senden hakkını helal etmeni isteyemedim. Ölümü sana hiç yakıştıramamıştım baba. Sen benden, ‘Oğlum, bende çok hakkın var. Hakkını helal et’ diyerek helallik dilemiştin.

Bu sözlerin ve benim acizliğim hala içimde bir ok gibi yaradır.

Helal olsun baba.

Rahat uyu.

Beni duyuyorsan eğer, babaların yeri dolmuyor.

Olan, ölene oluyor.

Bizler, hep öksüz yaşayıp bir liman aramaya devam ediyoruz.

Sizler ölüp gitmiyorsunuz.

Sizden sonraki kuşaklar sizi hep hatırlıyor.

Bende öyleyim.

Allah size rahmet eylesin.

Bilesin baba, yaşlandım artık.

Etrafım yavaş yavaş boşalıyor.

Bazen sıra bize mi geliyor diye aklıma geliyor.

Kimbilir, belki ebedi âlemde tekrar buluşuruz.

Huzur içinde yat.

 

Babalar, atalar, analara,

Yaşayanlara,

Babalar günü nedeniyle bir kere daha sahip olun çocuklar, gençler, yetişkinler diyorum.

Biz millet olarak değerlerini kaybedince anlıyoruz.

Halbuki o değerlere sağlığında sahip çıkılması gerekir.

Mevlana diyor ki mesnevisinde:

‘Siz, gençler öldüğü zaman, onların ardından ağlayıp dövünürsünüz. Halbuki esas ağlamanız gereken yaşlılardır. Çünkü onlar birikimleriyle giderler…’

Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN

Yorumlara Kapalıdır