Suçlu ayağa kalk Bugün yazımızda siyaset dili yerine nesiler arası emanet ve gerçek hayat kesitlerini paylaşmak istiyorum. Malum, yerel seçim havasının estiği ülkemizde Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın günde iki kez canlı yayında gözümüze sokulan mitingleri ve akşamları ulusal kanalarda dillendirdiği ‘Millet değil zillet’ sözleri… MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin […]
Suçlu ayağa kalk
Bugün yazımızda siyaset dili yerine nesiler arası emanet ve gerçek hayat kesitlerini paylaşmak istiyorum.
Malum, yerel seçim havasının estiği ülkemizde Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın günde iki kez canlı yayında gözümüze sokulan mitingleri ve akşamları ulusal kanalarda dillendirdiği ‘Millet değil zillet’ sözleri… MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘Millet değil, illet ’ sözlerinden gına geldi.
Dedim ya, siyaset ötesinde bir gerçeği yazmak lazım. Evet insanların daha acısı gençlerin en son kaybetmesi gereken umutlarını kaybettiğini görüyoruz günümüzde.
EBEVEYNLER OLARAK BİZ SUÇLUYUZ
Gençlerimiz mutlu değil. Gençlerimiz geleceğe umutlu bakamıyor. Gençlerimiz yarına güvenceli bakamıyor.
Bizim yaşlarda olan anne ve babalar bakın yanınızdaki çocukların gözlerine…
En iyi eğitimi verdiğiniz hatta üniversite sonrası yüksek lisans bile bitiren çocuklar kaygılı…
Gözlerindeki ışık gitmiş. Yerini karamsarlık almış. ‘Yarın ben ne olacağım’ tasasına cevap vermeniz zor.
İyi eğitim almış çocuklarımız yurt dışı hayali ile yanıyor. Fırsatını bulanlar hiç düşünmeden beyin ve kol emeğini değerlendirmek adına yut dışına çıkmanın yollarını arıyor.
Peki kim suçlu?
Açık yüreklikle söylemek lazım. Ebeveynler olarak biz suçluyuz.
Bakın bizden öncesi kuşaklardan aldığımız emaneti bizden sonra gelen çocuklarımıza refah, huzur ve bereketli olarak bir umut ve bir ışık olarak bu günlere ne yazık ki taşıyamadık.
Bu konuda bizim nesil suçlu Neden m?
Çünkü şöyle yıllar öncesine gidelim ve o günleri hatırlayalım… bizlerin çocukluğunda ekonomik imkanlar yetersizdi. Tüketim böylesine artmamıştı. Emperyalizm iliklerimize kadar işlememişti. Giysilerimiz yıllık giyilirdi. Ama dert etmezdik, çünkü geleceğe umutlu bakardık. Yarınların daha iyi olacağı umudu taşırdık. Eğitimde adil bir yarış vardı. Çalışan sınavları geçer. Okullarını okur.Okul sonrası bir iş ve meslek sahibi olurdu.Yediğimiz içtiğimiz ve giydiklerimiz kendi topraklarımızın insanlar tarafından üretilen ürünlerdi. İmkanlar kıttı, ama kanaat sahibiydik. Dert etmezdik. Geleceğe umutlarımız artarak devam ederdi.
Büyüklerimiz o dönemler biz çocuklara sorardı. Büyüyünce ne olacaksın diye? Erkekler doktor, asker kızlar ise öğretmen cevabını verirdi. Çünkü doktorluk mesleğini kutsal görürdük. Sağlık rabbimin bize verdiği en büyük hediyeydi. Sekteye uğraması halinde doktorların cana can kattığını o yaşta bilirdik. Şimdiki gibi doktor dövmeler olmazdı o tarihte. Sağlık katan insanlara minnet ile bakardık.O dönemki hastaneler kar amacı güden özel hastaneler veya şimdiki gibi yap/işlet/devlet sistemindeki gibi Şehir Hastaneleri gibi değildi.Adı Devlet Hastanesiydi.Bir anlamda insanların sağlığı da devlete emanetti.
SANKİ AFYON YUTMUŞ GİBİYDİK
Anne ve babalar küçük çocuklarını ‘Paşam’ diye severdi. Ordumuz ve ordu mensupları bizim için çok değerliydi. ’Asker Ocağını hep peygamber ocağı olarak görürdük. Genç kızlarımız o dönemlerde bir subay ile evlenme hayalini kurardı. Asker bizim baş tacımızdı.
Ama emperyalist güçler sızdı bu peygamber ocağına, darbeler yaptırdılar, darbe girişiminde bulundular. FETÖ’cüler eline geçirdi burayı. Neden bizler gözümüzün önünde yaşananları görmedik. Gözlerimiz adeta kör oldu. Duymadık kulaklarımız sanki sağırdı. Yaşananları algılayamadık sanki afyon yutmuş gibiydik. Ve bu vatan hainleri kılcal damarlarımıza kadar girdiler askerlerin arasına.
Kızlarımız öğretmen olacaktı. Çünkü bilgi toplumun en değerli varlığıydı. Bu bilgiyi de öğretmenler aracılığı ile alıyor ve anlıyorduk. Ama zaman geçti. Eğitim kurumları da sözüm ona cemaatlerin eline geçti. Sınavlara giren gençlerimiz adil yarış içinde değildi. Bir tarafta sorular çalınıyor ve FETÖ’cüler her kademeye sinsi sinsi geliyordu.Kreşlerden başlayıp özel üniversitelere kadar özel okullar mantar biter gibi çoğaldı.Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin yerini bitirdiği fakülteler alanında iş bulamayan öğretmenler aldı.Eğitimdeki Millilik bitti.
Sağlıktan sonra eğitimin de çivisi çıkmıştı. Bizler bu yaşanları yine seyrettik. Duymadık. Görmedik. Algılayamadık.
Bizim kuşaklar bunlar yaşanırken Tepki koyamadı. Ne oluyor, diyemedi. Nereye gidiyoruz, diyemedi.
Sormadı sorgulamadı ve yorumlayamadı. Sadece biat etti.
İşte biz gençlerimize ki üniversite mezunu her iki gençten birisi işsiz olan, iş bulup çalışanın da yarı aç yarı tok yaşadığı bir ülke teslim ediyoruz.
Onların gözlerindeki ışığı söndürdük. Umutlarını tükettik.
TÜNELİN UCUNDAKİ IŞIK
Gelecek kaygısı altında ezilen nesiller yetişiyor.
Rus romancı Dostoyevski’ye atfedilen bir bakış açısını paylaşayım.
Dostoyevski diyor ki: Şeytan uyuyakaldı bir gün. Rüzgar sert esti. Üç tüy düştü şeytandan. Birisi paraya yapıştı, Diğeri mevkiye, öteki de ihtirasa. O günden sonra şeytan hiçbir iş yapmadı.
Para kazanmak adına her şeyi her şeyi mubah sayanlar…
Mevki ve makam elde etmek için el etek öpenler ve liyakat sahibi olmayanlara mevki ve makam sağlayanlar…
Ve hırsı aklının önüne geçmiş olanlar ile bunların yaptıklarını sessiz film gibi izleyenler sayesinde ülke bu hale geldi.
Yine de tüm skınıtı,sorun ve sıkıntılara rağmen tünelin ucunda az da olsa bir ışık var. İşte bu ışığı görmek lazım.
Senelerce birçok badireleri atlatan insanlarımız, gençlerimiz umutlu olmalı. Azimli olmalı, çalışkan olmalı.
Çünkü başka Türkiye yok. Ve ülkemizin bu pırıl pırıl gençlere ihtiyacı var.
Mutlu ve aydınlık yarınlara…