Geçtiğimiz yıllarda bendenizde, özellikle rahmeti Atatürk’ün Sümerler merakı gibi bir merak başlamıştı. O nedenle, hani Sümerlerin de Türk olduğu tezi nedeniyle dayanılmaz bir merak başlamıştı. Hz. Nuh (A.S) oğulları Ham, Sam, Yafes ve kendisine biat etmeyen Kenan’dan sonra Türklerin Yafes soyundan geldiği, sadece bilim adamları değil, bazı kutsal metin ve dini tarihçilerde yazmışlardı. Birçok kitap […]
Geçtiğimiz yıllarda bendenizde, özellikle rahmeti Atatürk’ün Sümerler merakı gibi bir merak başlamıştı. O nedenle, hani Sümerlerin de Türk olduğu tezi nedeniyle dayanılmaz bir merak başlamıştı.
Hz. Nuh (A.S) oğulları Ham, Sam, Yafes ve kendisine biat etmeyen Kenan’dan sonra Türklerin Yafes soyundan geldiği, sadece bilim adamları değil, bazı kutsal metin ve dini tarihçilerde yazmışlardı.
Birçok kitap okudum.
Bazı dini kitapların ilgili bölümlerini okudum. İnternetten bulabildiğim birçok yazıyı okudum.
Ve, anladım ki, çok köklü bilgiler olmasa da eldeki bulgulardan Sümerlerle Türklerin ortak birçok noktası, bileşeni olduğuna inandım.
M. Kemal Atatürk gibi zeki bir insanın boşa kürek sallamayacağını bir kere daha kabul ettim.
Son okuduğum araştırma Amerikalı Samuel Noah Kramer adlı bir tarihçi, araştırmacı profesöründü. Kitap 2002 yılında basılmış. Hoca Pensilvanya Üniversitesi’nde çalışıyor ve kitap 460 sayfa.
Okuduğum kitapların içinde en sağlıklı kaynak ve bilgilere sahip. Bütün tezler delillerle ispatlanıyor.
M.Ö. 3000’li yıllarda Sümerler bir yerlerden gelip 26 bin kilometrekarelik sıcak, kum, bataklıkla dolu, ağaç bulunmayan, tarım yapılmayan, kısaca tanrının terk ettiği Fırat-Dicle arasındaki Bağdat’ın kuzeyine yerleşiyorlar.
Bu zeki, girişimci, mucit insanlar bir süre sonra bu bölgeyi cennete çevirerek büyük bir medeniyet kuruyorlar.
Kanallar, sulama için barajlar, bentler yapıyorlar. Taş olmadığı için tuğlayı icat ediyorlar.
Çarkı, tekerleği, sabanı, yelkeni, yapılarda kemeri, kubbeyi, bakır ve tuncu, dökümü, lehim yapmayı, heykel yapmayı, oyma ve kakmacılığı ve en önemlisi yazıyı buluyorlar.
Yasalar koyuyorlar.
Mühürler kazıp, anlaşmayı kil tabletlerle zapt altına alıyorlar.
1616’dan itibaren kil tabletler, kütüphaneler bulunmaya başladı. Ur ve Ninova’da yarattıkları medeniyetler dudak uçuklatacak düzeydeydi.
Danimarkalı ve Fransız kâşifler çalışmalar yapıp dillerini çözmeye çalıştılar.
Bu şehirlerde ilk defa petrol türevi ziftin yollarda ve yapılarda kullanıldığı ortaya çıktı. Onun için Ur’a ziftli kent dediler.
İştar Kapısı ve 1767’de Babil Aslanı (Berlin’de) bulundu.
Bütün bunlar batılılarca adeta yağmalandı.
Bu yağmaya Hindistan’daki İngilizler de katıldı.
İlk kez 1835’de tabletler okunmaya başladı.
Bugün bine yakın kelimenin Türkçe olduğu ispatlandı.
Oppert adlı bir İngiliz Sümer dilinin kökeninin Türkçe olduğunu kraliyet akademisinde ispatladı.
Tabletlerinde Nuh tufanınından da bahsetmişlerdir.
Sümerlerin Mezopotamya’dan uzak diyarlarda yaşayan Türklerle çok yakın ilişkiler kurduklarını öğrendik. Örneğin Hazar Denizi kıyısındaki Arata şehir devletiyle yakın ilişkileriyle ilgili belgeler bulundu.
Sümer dilinin Ural-Altay (eklemli dil) dillerini anımsatması, Sümerlerin ön Türklerin bir boyu olduğunu ispatlıyor.
Bu konuda yazacağım çok şey var. Ancak bir internet sayfasında çok fazla yazmanın okunurluğu olmayacağını düşünerek birkaç satır yazdım. Meraklıları aslını öğrenmek, çok çok gerilere gitmek istiyorlarsa araştırsın, okusunlar. Zira batılılar, hep benzeri düşüncelerimizi ve araştırmalarımızı istemezler.
Bizim tarihi köklerimizin derinliklerini istemezler. Onlar hep kendilerini ön plana çıkarmayı isterler.
Yeni araştırmalarda buluşmak dileğiyle…
Hammurabi, hamur-abi size de sıcak gelmiyor mu?