Neler neler kaybettik.

Birileri yaşarken, yanında yöresindeki sevdiklerimizin bir bir yok olup gittiklerine şahit oldukça; acaba demeye başlıyorsunuz.

Sıra…

Acaba sıra ne zaman bana gelecek vehmine kapılıyorsunuz.

Daha en sevdiğim dostum, anam, babam, yarenim, torunum işte şuralardaydı, bir bir kayboldular.

Yalan..

Yalan dünya.

Değirmenden farkı yok şu yalan dünyanın. Öğütüyor.. Bir bir elimizden, avucumuzdan koparıp, bilinmeyene götürüyor.

İnsan doğarken ağlamaya başlarmış. Yine dünyadan ağlayarak çekip gidiyor.

Etrafımız boşalıyor.

Ne zaman bu yaşa geldik.

Ne zaman yaşlandık.

Gözlerimiz elden gitti. Sonra dizlerimiz.

Yürümeyeceğim diye isyan ediyor.

Hani derler ya!

Ömür dolduğu zaman, baş ağrısı bahane oluyor. Sonrası bir musalla taşında iki sıra cenazeye katılanlar… Sağa sola selamlar, helalleşmeler, götürüp geldiğimiz yere, topraktan geldik tekrar toprağa teslim ediyorlar.

İki gün, üç gün, çok yakınlar belki birkaç kişi daha, ah! Vah! Edip.. Sonra normal hayatın seyri devam ediyor.

Yahya Kemal’in sessiz gemideki mısraları hep ölümü, ayrılığı, kaybettiğimiz sevdiklerimizi hatırlatır bana.

Ne yetenekmiş rahmetli Yahya Kemal, işte bir sanatçı böyle hatırlanıyor.

Eser bu!

*  *  *

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,

Eteklerinde bir yığın yaprak.

Sonra semaya bakacaksın ağlayarak..

Böyle diyen de Ahmet Haşim.

*  *  *

Bunlar Türkçeyi en üst düzeyde kullanan, kelimeleri inci tanesi gibi ardı ardına dizip, yüreğimize nakşeden şairler.

Her sözün bir anlamı ve kalıcılığı var.

O nedenle, etrafımızdaki insanların kadr-i kıymetini bilelim.

Çünkü, kimin ne zaman, nerede, ne şekilde bu dünyayı terk edeceğini bilemezsiniz.

Dünya telaşı bazı şeyleri bize unutturuyor.

Dünyanın yalan olduğunu unutuyoruz.

Kaybettiklerimiz geri gelmiyor.

Her şeyin yerine yenisini koyabiliyoruz.

Tek şeyin, insanın yeri doldurulamıyor.

Uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum.